Bu projenin amacı, Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki ilk sivil Alevi katliamı olarak nitelendirilen 1966 Ortaca Olayları’nı derinlemesine inceleyerek, bu olayın toplumsal hafızadaki yerini, medya söylemlerinin etkisini ve olayların gelişim sürecini eleştirel bir perspektifle analiz etmektir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk sivil Alevi katliamı olarak literatürde geçen Ortaca Olayları, 1966 yılının Haziran ayının ilk haftasında başlamıştır. Olayların temelinde bir toprak anlaşmazlığı bulunmasına rağmen, süreç içerisinde gelişen trajik bir tecavüz vakası, olayların seyrini tamamen değiştirmiştir. Başlangıçta yerel bir toprak kavgası olarak başlayan bu gerilim, kısa süre içinde Alevi-Sünni çatışmasına evrilmiştir. Bu dönüşümde, gerek dönemin medyasının olayı mezhepsel bir karşıtlık çerçevesinde ele alması, gerekse bölgedeki bazı kişilerin gerilimi tırmandıran tutumları önemli bir rol oynamıştır.
Her ne kadar Ortaca Olayları akademik kaynaklarda ve popüler anlatılarda katliam olarak anılsa da, yaptığım araştırmalar ve gerçekleştirdiğim görüşmeler sonucunda, olayın niteliğinin doğrudan bir katliam olarak tanımlanmasının tartışmalı olduğu kanaatine vardım. Ancak, yaşananların katliam olarak nitelendirilmeyecek olması, olayın ciddiyetini ve yarattığı toplumsal etkileri hafife almak anlamına gelmez. O dönemde maruz kalınan şiddet, baskı ve zorunlu göç gibi unsurlar, yalnızca bireylerin değil, bütün bir toplumun hafızasında derin izler bırakmıştır.
Ortaca Olayları, Türkiye’deki Alevi topluluklarının maruz kaldığı sistematik ayrımcılık, toplumsal kutuplaşma ve hafızada yer eden travmatik olaylar zincirinin bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Can ve mal kayıplarının yanı sıra, uygulanan psikolojik ve fiziksel şiddet, olayın etkilerinin yalnızca dönemiyle sınırlı kalmadığını, aksine, kuşaklar boyunca aktarılan bir toplumsal travmaya dönüştüğünü göstermektedir. Olayın üzerinden yıllar geçmiş olsa da, hafızalardan silinmemiş olması, Türkiye’de mezhepsel gerilimlerin nasıl kolayca tetiklenebileceğine dair önemli bir hatırlatıcıdır.
Dolayısıyla, Ortaca Olayları yalnızca bir tarihî olay olarak değil, Türkiye’nin toplumsal belleğinde yer eden bir kırılma noktası olarak ele alınmalıdır. Olayın arka planında yer alan dinamiklerin ve devletin olaylara yaklaşımının daha kapsamlı biçimde incelenmesi, benzer toplumsal gerilimlerin tekrarlanmaması açısından kritik bir önem taşımaktadır.