Seval Siğinç’in hazırladığı Mekânın Cinsiyeti blogu, farklı sosyal arka planlardan ve nesillerden kadınların mekân deneyimlerini biriktirerek kolektif bir hafıza yaratmayı amaçlıyor.
Seval Siğinç’in hazırladığı Mekânın Cinsiyeti blogu, farklı sosyal arka planlardan ve nesillerden kadınların mekân deneyimlerini biriktirerek kolektif bir hafıza yaratmayı amaçlıyor. Blog, kadınların kamusal ve özel alanlarla kurdukları ilişkileri, mekânın toplumsal cinsiyet ekseninde nasıl şekillendiğini ve kadınların mekânsal hareketliliğinin hangi sınırlarla çevrelendiğini tartışıyor. Blogdaki yazılara, Aslı Alpar'ın hazırladığı görseller eşlik ediyor.
Blogdaki yazılar, bireysel deneyimlerin ötesine geçerek, mekânın ataerkil düzenlemelerle nasıl inşa edildiğini ve kadınların bu yapıları nasıl sorguladığını gözler önüne seriyor. Örneğin, şu ana kadar yayımlanan üç yazıdan ilki olan “Diyarbakır Küçeleri”, şehrin erkek egemen yapısını ve kadınların sokaktaki varoluş mücadelesini ele alıyor. Küçelerin erkekler için bir özgürlük alanı olarak nasıl düzenlendiği, kadınların ise sokaklarda görünür olmasının ne tür tepkilerle karşılandığı, bu yazıda deneyim odaklı bir anlatımla aktarılıyor. Yazar, sokaktaki mekânsal düzenlemelerin – otobüs durağının önüne atılan taburelerden berber dükkânlarının açık camlarına kadar – nasıl sistematik bir erkek egemenliği ürettiğini gösteriyor.
Mekânın Cinsiyeti, sadece mekânın fiziksel düzenlenişine değil, aynı zamanda bu düzenin ideolojik temellerine de odaklanıyor. Blog, feminist bir perspektifle mekânın ataerkil kodlarını çözümlerken, aynı zamanda kadınların mekânda var olma mücadelelerini ve bu mücadeleler üzerinden gelişen kolektif hafızayı kayıt altına alıyor.
Mekânın toplumsal cinsiyet ekseninde nasıl inşa edildiğini, kadınların bu alanlarda nasıl hareket ettiğini ve bu hareketin ne tür engellerle karşılaştığını görmek isteyen herkes için Mekânın Cinsiyeti önemli bir okuma alanı sunuyor. Blogdaki yazılar, mekânı sadece fiziksel bir yapı olarak değil, aynı zamanda iktidar ilişkileri içinde sürekli yeniden üretilen bir alan olarak ele alıyor ve mekânı feminist bir perspektifle düşünmeye davet ediyor.